içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

"Son Nöbet"

Gecenin sessizliğini ancak mescidin içinde yankılanan tesbih tanelerinin sesi bozuyordu. Üç yaşlı adam, çocukluklarından beri her sabah namazını bu taş yapının serin duvarları arasında birlikte kılmışlardı. Bu mescit, onların sadece ibadet yeri değil; aynı zamanda gençliklerinin, dostluklarının ve geçip giden zamanın bir tanığıydı.

Hasan Hoca, dizlerinin üzerinde oturmuş, parmaklarıyla boncuk boncuk dizdiği tesbihini çekiyor, gözleri kapalı dua ediyordu. Yanında oturan Hüseyin, mavi-beyaz çizgili tişörtüyle başını eğmiş, sanki yıllardır içinde biriken yükleri döker gibi sessizce yakarıyordu. Arka köşede Mehmet Efendi, yılların izini taşıyan elleriyle bastonuna yaslanmış, gözleriyle caminin kubbesine ilişmiş bir noktaya dalmıştı.

Bir zamanlar bu mescit çocuk sesleriyle dolup taşardı. Şimdi ise sabah ezanı yalnızca birkaç sadık kalbin içli sesiyle yankılanıyordu. Dışarıda hayat tüm hızıyla akarken, bu taş yapının içinde zaman yavaşlıyor, belki de sonsuzluğun kapıları aralanıyordu.

Kapının yanındaki duvarda Arap harfleriyle yazılmış bir levha asılıydı:
"Allah’ın rahmeti geniştir."
Her biri bu rahmete tutunarak yaşadı, sevdi, kaybetti ve yine buraya döndü.

O sabah Hasan Hoca duasını bitirip başını kaldırdığında gözü Mehmet Efendi’ye ilişti. Bir süre onu izledi, sonra usulca yanına vardı. Mehmet’in başı göğsüne düşmüştü. Gülümsüyordu. Sessizce gitmişti.

Ve böylece mescit, bir dostunu daha uğurladı. Ama onların hikâyesi duvarlara sinmişti artık; her taşta bir dua, her halıda bir secde izi, her köşede bir hatıra...

Bu yazı 74 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum