içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

ESKİMEYEN ESKİLER

Hemen her yerde eskiye karşı bir özlem var.

Eskinin insanları,
Eskinin evleri,
Eskinin yemekleri...

Geçenlerde bir köye başsağlığı için gittim.

Yeni evde yaşıyorlar.

Eski ev avluda duruyor.

Yıkmamışlar.

Belki de iki gün önce toprağa verilen yaşlı kadın yıkılmasını istemedi.

"Ben bu eve gelin geldim oğul, sizi burda doğurdum, rahmetli babanla burda ne günlerimiz geçti, yıkmayın! Benden sonra ne yaparsanız yapın ama ben dünyada oldukça yıkmayın!" demiş olabilir.

Benimkisi tamamen zann...

Belki de benim gibi, eski ev görünce çocukluklarına döndüler, yenilendiler, şarj oldular. 

Gelecekle geçmişin muhasebesini yaparak ruhlarına nefes aldırıyorlar.

Bilmiyorum.

Bir gün gerçeği öğrenir miyim, onu da bilmiyorum. 

"Yok ya bacım, senin düşündüğün gibi değil, kışlıklarımızı koyuyoruz, daha işimize yarıyor da..." diyebilirler.

Ama eskilerden bir şey bilenler hep eskinin özlemi içindeler. 

Eskiler de daha eskileri özlemle anıyor.

Bu silsile devam edip gidiyor.

İnsanoğlu, delik kova gibi. Her yüzyıl insanlığa bir delik daha açıyor.

Son yüzyılda bir kaç delik birden açılmış gibi bir şeyler hızla dökülüyor.

Size burda "havuz problemi" çözdürecek değilim ama bazı değerlerimiz öteden beri akmaya başladığı için bugün üstten ne koysak alttan gidiyor. İçimiz boşalıyor. Ne yaparsak yapalım dolduramıyoruz bir türlü. 

Ne karnımızı..
Ne gözümüzü...
Ne gönlümüzü...

Yalnızlık,
Kimsesizlik,
Çaresizlik,
Doyumsuzluk diz boyu...

Problem büyük!

Vursan "güm güm" ses verecek davul gibiyiz. Çok gürültülü ama içi boş...Uzaktan nağmeli gibi gelse de yakından bakılınca çekilecek dert değil.

Yorgunuz... Çünkü "kalburla düğününde su taşıyacağım" diyen insanların sözlerini yerine getirdikleri zamanı yaşıyor gibiyiz.

Çabalamak da yetmiyor, koşturmak da. Susuzluğumuz gitmiyor, ihtiyaçlarımız bitmiyor bir türlü.

Çölde serap görmekten yıldık...

Yeni nesil her şeyi çok çabuk tüketiyor. 

Bunlar içinde biz de varız.

Bizim kadar eskiye dönmeyecek, eskinin hasreti içinde olmayacaklar...

Birkaç antika çıkabilir belki.

Ama içimiz manevî duygulardan uzaklaştıkça kabuğumuzun hükmü de kalmayacak.

Tarihi eser olarak bırakılan, koruma altına alınan yerler hariç mezarlıklar kalacak bizi hatırlatan.

Yan yana dizilmiş; beyaz, soğuk mermerlerden oluşan, logo oyuncakları andıran mezarlıklar bile eskisi gibi değil. 

Orada da bir tapulaşma, bir yapılaşma var.

Kimse toprak olmayı göze alamıyor sanki.

Ruh gitse de bir yerlere, gözü hâlâ bedenin konforunda.

Ne gelin olduğumuz evler kalacak, ne çocuklarımızı büyüttüğümüz avlular...

Bizden geriye kalan iki mermer arası toprak...

Kafam çok karışık.

Nerden geldik nereye gidiyoruz, bilmiyorum.

Bildiğim bir şey varsa;

Eskiden gönüller yokluk ve yoksulluk ile pişer, edep ve irfanla yoğrulur, bir zaman sonra olgunlaşırdı. Şimdi insanlar sera domatesi gibi, dışına bakıyorsun insan, içine bakıyorsun daha ham. Görsellik o kadar baş döndürücü bir hâl aldı ki, yatırım hep o yönde.

Gönüller harap, gönüller yorgun, kırgın ve darmadağın. Gönüller balta girmemiş ormanlar kadar bakımsız. Bedenler inanılmaz varlıkta yaşarken canlar ceviz kabuğu içinde kalmışcasına darlıkta...

Geleceğin vârislerini nasıl bir miras bekliyor?

Çözüm ne?

Billur kadehlerden kana kana maneviyât içmeli, değerler ikliminde yol almalıyız. Gece ve gündüz...

Bu yazı 23 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum