içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

HER ŞEYİN EN İYİSİ

Lokman Hekîm, oğluna demiş ki:

"Oğlum! hayatında üç şeyden tâviz verme;

1. En iyi yemeği yemekten,

2. En konforlu yatakta uyumaktan,

3. En lüks evde oturmaktan..."

Hastanede refakatçi olduğum günlerdi...

Bu dönem içinde, kendi adıma çok güzel "ağırlandığımı" düşünüyorum.

Lokman Hekîm'in oğluna verdiği nasihatleri birebir yaşadığımı söylesem abartı olmaz.

Nasıl mı?!

Anlatayım...

Sabah kahvaltısı, imsakla sabah ezanı arası verildi. Kahvaltıda klâsik hastane menüsü var: Sallama çay, yumurta, biraz zeytin, peynir, minik plastik kaplarda tereyağı, bal veya reçel, çikolata bazen iki dilim domates ve salatalık. Ekmek...

Bu liste içinde uygun olanları dönüşümlü olarak veriyorlar.

Yedin yedin, yemedin sonrasında tabaklar toplanacak, mesai başlayacak ve yoğun bir tempo seni bekliyor olacak.

Sabah temizliği için gelenler, şeker, tansiyon, kan alma vs. gibi rutin işlemler, doktor vizitleri gibi genel; hastanın bakımı, ihtiyaçlarını giderme ve her bir gelişmeyi diğer aile üyeleriyle paylaşma, geçmiş olsun için arayanlara cevap verme, hasta işlemleri için civarı turlama vs. gibi özel işler oluyor.

Bunun için güçlü ve ayakta durabilmek adına kahvaltıyı ve hatta öğlen, akşam gelen yemekleri bi't-tamam yemelisin.

Hadi bir şekilde yiyemedin, kafeteryaya mecbur kaldın, bu kez kuyrukta bekleme, yeme-içme diyelim, senin bir saatini alıyor.

"Hastane yemeklerini sevmiyorum, şöyle oluyor, böyle oluyor..." diyenler de var tabii.

Lâkin biz oraya tatile gitmedik. Açık büfe sunmuyorlar. Kendi evimizde de değiliz. "Bunu yemek istemiyorum, kalkıp şuradan iki yumurta kırayım." diyecek lüksümüz de yok.

Diyette olduğum hâlde evde kendim için yasakladığım bazı yiyecekleri bile orda yedim. Ekmek konusunda kendimi biraz tuttum. Yemekler gayet güzel ve lezzetli geldi. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.

Benim oradaki önceliğim hastaya yardımcı olmaktı. Bunun için de mide gurultumu kafamda ses yapıp demoralize olmam son derece absürt olabilirdi. Hem ben hem hastam ve hatta yanımdaki hasta ve yakını bile bundan etkilenebilirdi. Kesinlikle abartmıyorum...

Bunu kanıtlayan örnekler yaşadım.

Akşam olup el ayak çekilince artık yatma vakti geliyordu. Hastanın tüm gereksinimlerini yerine getirip onu güzelce uykuya hazırladıktan kendi yatağımızı düzenlemeye başlıyorduk.

Belki yüzlerce, belki binlerce kişinin oturduğu veya yattığı tek kişilik koltuğu açıyorsunuz. İmkânınız olduysa evden getirdiğiniz çarşafı seriyorsunuz. Zor belâ yastık alabilmişseniz ne âlâ. Yoksa çantanız yastık olur. Bir de pikeniz varsa, o yatak size on numara beş yıldız görünüyor.

Hastanede kibir-mibir kalmıyor. Nefis terbiyesi için "nefis" bir alan. Sivrilen yerleriniz, gördükleriniz ve yaşadıklarınız karşısında güzelce törpüleniyor.

Gece yarısı tansiyon vs. nedenlerle odanıza giren görevliler olduğu için üstünüzde ne varsa onunla yatıyorsunuz...

İşte o zaman ışığı söndürüp yerinize uzandığınızda sizi alıyor bir düşünce zinciri...

- Hastalığının şifası bulunamayanlar,

- İnim inim inleyenler,

- Kimsesi olmayanlar,

- Tedavi imkânından yoksun kalanlar,

- Yatacak yeri olmayanlar,

- Sandalye üstünde sabahlayanlar...vs. vs.

Bunlar aklınıza geldikçe o tek kişilik koltuk oluyor size çift kişilik en konforlu yatak. En lüks evdeymiş gibi, sağlık ve diğer ihtiyaçlarınız için çalışan kimselerin olduğunu düşünüyor, Allah'a hamdediyorsunuz.

Ayrıca "bu sıcak ortamı" sağlayan devlete de zeval gelmesin, diye dua ederek mışıl mışıl uykuya dalıyorsunuz. Gerisi Allah'a emanet...

Sizin ve hastanın özel bir nedenden dolayı kalkmanız icap etmezse;

Gözlerinizi kamaştıran bir ışık ve ardından,

-Günaydın, sesiyle uyanıyorsunuz.

Hemşire hanım gelmiştir. Bu, aynı zamanda "kalk borusu" nun ötmesidir.

Dışarısı zifiri karanlık. Henüz sabah ezanı bile okunmamıştır ve yeni bir gün böylece başlar...

Bu düşünceler içinde, her yardımcı olana teşekkür ettik, her temizlikçiye "elinize sağlık" dedik, yüzümüze her gülene güldük...

Şimdi konunun başına dönelim ve Lokman Hekîm'in oğluna olan nasihati tekrar ederek devamını getirelim:

"Lokman Hekîm, oğluna demiş ki:

Oğlum! hayatında üç şeyden tâviz verme;

 

1. En iyi yemeği yemekten,

2. En konforlu yatakta uyumaktan,

3. En lüks evde oturmaktan …

 

Oğul, ”Biz fakiriz, peki ben bunu nasıl gerçekleştireceğim?” deyince Hekîm şöyle cevaplamış:

– Sadece acıktığında yemek yersen, en iyi yemeği yemiş olursun,

– Çok çalışıp yorgun bir vaziyette uyursan, en konforlu yatakta yatmış olursun,

– İnsanlara iyi muâmele edersen, onların kalbinde yer edersin; böylece de en lüks evde oturmuş olursun…"

Şimdi beni anladınız, değil mi?

Sizce abartmış olabilir miyim?

Ben gördüğünü yazdım. Başkası ne görür bilmem

Bu yazı 36 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum